Crystal Report ile yazıcıdan çift taraflı çıktı almak

Crystal Report ile hazırladığım bir raporu, kağıdığın her iki tarafına da basım yapabilen bir yazıcı yardımıyla program içerisinden yapmam gerekiyordu. Önce yazıcı sürücüleri, DOS tan yazdırma komutları, .prn dosyaları ve pdf yazıcıları ile uğraştım. İstediğim gibi olmadı hiç biri. Sonra başka bir yöntem geldi aklıma: Crystal Report un sunduğu yazdırma komutlarını kullanmak. Ve şöyle bir kod yazarak ilk iki sayfanın çift taraflı, sonrakileri tek sayfa olarak basmasını sağladım:

try
{

crReportDocument.PrintOptions.PrinterDuplex=PrinterDuplex.Vertical;
if(PrinterName.CompareTo("")!=0)//yazici adi belirtilmemisse varsayilan yazıcıya yolla
crReportDocument.PrintOptions.PrinterName=@PrinterName;

//@\\yazicininBagliOlduguBilgisayarinAdi\yazicininPaylasimAdi

crReportDocument.PrintToPrinter(1,false,1,2);
if(TSayfaSay>2)
{
crReportDocument.PrintOptions.PrinterDuplex=PrinterDuplex.Simplex;

crReportDocument.PrintToPrinter(1,false,3,TSayfaSay);

}
return true;
}
catch (Exception err)
{
MessageBox.Show(this, "A printer error occured!---" + err.ToString(), "Printer Error!", MessageBoxButtons.OK, MessageBoxIcon.Error);
return false;
}

Depresyon mu Tükenmişlik mi?

Yaşadığım ruhsal ve psikolojik çatışmaların ve sıkıntıların nedenlerini araştırmaya karar verdim. Hemen psikolojik psikiyatrik hastalıkları (rahatsızlıkları?) tanıtan bir kaç site aramaya başladım. Ve sonunda rahatsızlığımı buldum :) Ama aslında iki rahatsızlık arasında ikilemde kaldım. Gerçi bu tip kendi kendine teşhis yapmama uzun bir eğitim sürecinden geçen doktorlar kızacaktır ama kusura bakmasınlar bu sanırım benim kişisel özelliğim. Doktora gitmeyi pek sevmem, kendi kendimi tedavi etmeye (her ne kadar her zaman başarısız olsam da, ve bu tedavi işini ilaçsız, yardımsız halletmeye çabalasam da) çalışırım. Bundaki en önemli etken belki sağlık sigortası eksikliği ve Türkiye'deki berbat sağlık "sektörüdür".

Neyse konumuza geri dönersek, iki rahatsızlıkta kararsız kaldım. Bakalım kendimi hangi rahatsızlıkların pençesinde hissediyorum, elbette siz de ikisinden birini kendi rahatsızlığınız olarak seçebilirsiniz:

Tükenmişlik sendromu: Kaynak site "Güçsüzlük, kronik yorgunluk, enerji kaybı, yıpranma, hastalıklara karşı daha hassas olma, sık baş ağrıları, bulantı kas krampları, bel ağrısı, uyku bozuklukları gibi değişik sorun ve yakınmaları içerir." cümlesini içeriyor. Ve hayret ediyorum bunların hepsine sahibim.Demek ki bende de bir tükenmişlik, faydasız hissetme rahatsızlığı var.,

Depresyon:Kritik cümlemiz bu sefer bu :"Depresyondaki bir insanda en dikkati çeken özellikler şunlardır; Elem, keder, karamsarlık umutsuzluk duyguları ile; daha önceden zevk aldığı ilgi duyduğu nesnelere, uğraşılara ilgi duymaması ve hiçbir şeyden zevk alamama halidir." Ve evet doğru tahmin ettiniz ben bunları da hissediyorum. Demek ki ben depresyona da giriyorum.!!!??

Ama işin aslı bu değil sanırım. Atalarımızın da diyeceği gibi bu benim hüsnü kuruntumdan ibaret olabilir. Taze rahatlatıcı bir bitki çayı içsem (örneğin papatya) veya arkadaşlarımla eğlenceli bir şeyler, faydalı bir şeyler yapsam tüm kaygılarım gidecektir.

Buna rağmen biri bana kendimi neden faydasız hissettiğimi açıklayabilecek mi?

Kaynak : http://www.geocities.com/marufbecene/burnouttukenmisliksendromu.htm

Simorg

İzmir Konakta, kızlarağası Hanı'nın bir sokak ötesinde Simorg isimli, çay, nargile v.s. içip canlı müzikdinleyebileceğiniz farklı bir mekan vardır. Buranın adı ne anlama geliyor bilemedim, hemen google'da aradım . Çok az bilgi var:

1. İran mitolojisinde yer alan ve "Simorg" ismiyle bilinen olağanüstü yaratık: Harry Potter daki
ejderha "Buckbeak".(kaynak : http://www.sabah.com.tr/2004/06/03/dun114.html)
2. o an yeniden doğacaksın , tıbkı SİMORG efsanesi gibi.
3.
Simorg(Zümrüdü Anka) adı verilmiş.

Üç farklı cümle parçası. Birbirleriyle ilgili olabilirler diye biraz daha bakınıyorum, "zümrüdü anka" yı arıyorum ve farsça isminin "Simurg" olduğunu öğreniyorum. Sonra birkaç bilgi kırıntısı daha
; "kendini külünden yaratmak, umudu, kavgayı amacı ve direnci yaşamak" diyor bir başka kaynak. Son iki madde birbiriyle bağlantılı, ama birinci madde biraz havada kalmış. Ve güzel bir hikaye:

--------------------
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...
Kuşlar Simurg a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış): Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yıkıntılarını özlemiş,
balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi 'şaşkınlık' ve sonuncusu Yedinci Vadi 'yokoluş'ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Simurg un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; 'SİMURG ANKA - Otuz Kuş' demekmiş. Onların hepsi Simurg muş. Her biri de Simurg muş. Simurg Anka yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...

Kaynak : http://nedir.antoloji.com/anka-kusu/
----------------

Zümrüdü Anka hakkında bir bilgi ise şöyle:

İbranca “Anak”, uzun boyunlu dev, gerdanlık takmak, boğmaktan. Mitolojik bir dağ olan Kafdağı’nda yaşadığına inanılan mitolojik bir kuş.Doğu mitolojileri ve efsanelerinde Sirenk, Simurg, Zümrüd, Zümrüdü Anka, Tuğrul, Anka-yi mugrip, Huma Kuşu, Devlet Kuşu, Batı kültürlerınde ise Phoenix adlarıyla anılır. Adı uzun boynu veya boynundaki beyaz halkadan gelir. Her hayvandan bir iz taşıyan, rengarenk tüylü, yüzü insana benzeyen mitolojik bir hayvandır. Bazı kaynaklara göre seside güzeldir. Daima tektir ve erkektir. Ömrünün sonuna gelınce bahar ağacı yapraklarından yaptığı yuvasını ateşe verip kendini yakarak, yeniden dünyaya gelir. Yeniden dünyaya gelen kuş kuvvetlenince babasının küllerini Mısır’daki Heliopolis’e götürerek güneş sunağına bırakır. Bu anlatının pekçok versiyonu vardır. Anka’ nın ölmek için Mısır’a gittiği de söylenir. Hatta hala Mısır’ da ara sıra görüldüğü rivayet edilir. Batı’ da M. Ö. V. yy’ dan itibaren mitolojik anlatımları başlayan Anka kuşu Hıristiyanlıkta yeniden dirilmenın sembollerınden biri olarak görülmüştür. Araplar arasında Anka hikayesi Semender ile karıştırılır. Semender de bazen kuş olarak tasvir edilir. Çin mitolojilerinde dans ve müzığın icadıyla ilgili bir kuş olarak tasvir edilir. İran mitolojisinde Simurg’un yeri Kafdağıdır. Hem ruhun ölmezliğinin hemde yeni yılın simgesi olarakda düşünülür.

Kaynak : http://www.turkcebilgi.com/Z%C3%BCmr%C3%BCd%C3%BC%20Anka
----------------

En iyisi mekanın sahibine sormak olacak sanırım.

Uygulamamızın sadece bir örneği çalışsın

Programının sadece bir kez çalışmasını isteyen biri java_tr grubuna bunu nasıl yapacağını sordu. Bende merak ettim acaba programın nasıl sadece tek bir örneği çalışır diye araştırdım.
Bu iş için iki yöntem öneriliyor. Birinci yöntem geçici bir dosyayı bir yerde yaratmak ve her program açılışında böyle bir dosya var mı diye kontrol etmek. Ancak bu yöntemin handikapı uygulama çöktüğü zaman veya herhangi bir şekilde program kapanınca dosya silinmediğinde program sürekli dosya ile karşılaşacağı için bir türlü çalışmayacaktır.
İkinci yöntemde java.net.ServerSocket sınıfından yararlanıyoruz. Buradaki ana fikir bir port açmaktan geçiyor. Program açıldığı zaman bir port açıyor, ve açmaya çalışırken java.net.BindException atılırsa programın hali hazırda çalıştığını anlıyoruz. Bunun da handikapı kullanılan portun başka programlar tarafından kullanılabilir olmasıdır. Bunu çok saçma bir port sayısı ile aşabiliriz. Bu yöntemi beğendim, denemeye karar verdim.

Aşağıdaki sınıf bu yöntemi denemeyi göstermektedir. Görüldüğü gibi ana metodta port açılmaya çalışılarak kontrol yapılmaktadır. Ben her ne kadar Java ile yaptıysam da diğer programlama dillerinde de uygun yapılarla rahatlıkla gerçekleştirilebilir.
import java.awt.BorderLayout;

import javax.swing.JOptionPane;
import javax.swing.JPanel;
import javax.swing.JFrame;
import javax.swing.JLabel;

public class AnaSinif extends JFrame {


//Herhangi bir program tarafindan kullanilmayan bir port kullanalim
private static final int RUN_PORT = 9666;

private JPanel jContentPane = null;

private JLabel jLabel = null;

/**
* This is the default constructor
*/
public AnaSinif() {
super();
initialize();
}

/**
* This method initializes this
*
* @return void
*/
private void initialize() {
this.setSize(300, 200);
this.setContentPane(getJContentPane());
this.setTitle("Tek Örnek");
this.setVisible(true);
}

/**
* This method initializes jContentPane
*
* @return javax.swing.JPanel
*/
private JPanel getJContentPane() {
if (jContentPane == null) {
jLabel = new JLabel();
jLabel.setText("Bu sınıfın sadece bir örneği çalışır.");
jLabel.setHorizontalTextPosition(javax.swing.SwingConstants.CENTER);
jLabel.setHorizontalAlignment(javax.swing.SwingConstants.CENTER);
jContentPane = new JPanel();
jContentPane.setLayout(new BorderLayout());
jContentPane.add(jLabel, java.awt.BorderLayout.CENTER);
}
return jContentPane;
}

public static void main(String[] args) {
try {
new java.net.ServerSocket(RUN_PORT);
} catch (java.net.BindException ex) {
JOptionPane.showMessageDialog(null,"Bu programın bir örneği çalışmakta!");
System.exit(1);
} catch (java.io.IOException ex) {
ex.printStackTrace();
System.exit(1);
}
new AnaSinif();
}
}

Ben ihtiyacım olduğu zaman bu yöntemi kullanacağım. Daha iyi yöntemler bulduğum zaman burada onlarıda paylaşmaya çalışacağım. Sizde bildiğiniz yöntemleri yorumlarınızla paylaşın.

Kaynak: http://www.devx.com/tips/Tip/13745

Yaşam-Ölüm

Belki klişe olacak ama yaşamın güzelliği ölümde hatırlanıyor. İzmir'de memleketten uzak sürekli olarak genç insanlarla çevrili bir şekilde yaşarken ölüm olgusuyla fazla karşılaşmıyor insan. Memlekete gidince insanın etrafı birdendire ölümle çevriliyor. Bir şekilde vefat eden biri ve onlara baş sağlığı dileme ziyaretleri sarıyor insanı. Ölümün ne kadar acımasız ama yaşamın ne kadar güzel olduğunu korkutarak hatırlatıyor insana. "Memento mori" (Ölümü hatırla)'daki duygusal ve gerçekçi felfese geliyor insanın aklına.

Her tatilimde mutlaka annem, babam, aile fertleri birilerine başsağlığına gidiyor. Ölümle bütünleşiyor memleket insanın zihninde. 25 yaşında insana büyük bir korku yaşatıyor yaşam mağarasının sonuna yaklaşma hem de hızlı bir şekilde yaklaşma hissi. 10 sene sonra olması gereken 35 yaş bunalımı erken başlamış gibi? Sürekli ölümü düşünüyor, yakınları kaybetmekten korkuyor. Yaşam niye bu kadar acımasız olmak zorunda? Veya insanlar niye bu kadar sorgulayıcı olmak zorunda?

Biyolojik yaklaşımla ölüm ve hastalık doğanın o kadar doğal bir parçası ki, nesillerin devamı ve "başarılı" bir şekilde devamı için o kadar gerekli ki, mantıksal yaklaşan herkes doğal karşılıyor. Ama işte insan olmanın dayanılmaz zorluğu belki de duygularımızın bu kadar yoğun olmasında yatıyor. Ölüm her zaman bir kayıp halinde algılanıyor. Evet kişisel olarak bir kayıp ama neslin devamı için gerekli bir kayıp. Daha "başarılı" bireylere yer açmak için.

Ölümden sonrası belki de inançların en önemlisi. İnsanların belki de "yaratan" fikriyle beraber inanmaya başladığı ilk inançlardan. Kaybedilenle tekrar bir araya gelme ihtimali insanı yaşama bağlayan ve ölüme alışmayı kolaylaştıran önemli bir etken olsa gerek. Bu inanç eksikliğini ciddi anlamda hissediyorum.

Hayvanlar eşittir

"Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar daha eşittir."
George Orwell Hayvan Çiftliği

Tesadüf mü

Karanlık bu gecenin iş yorgunluğunda içinde vapura doğru gidiyorum oysa işten eve hep otobüsle dönerim . yolarda bahar akşamının çiçek kokuları geliyor. Geçmişdeki güzel anılar canlanıyor. Niye bu gün bu yolda gidiyorum diye kendi kendime söylenirken birden kendime saygılı davranmam gerektiğini de düşünüyorum. Belkide beni buraya çeken bir keramet, bir mucizedir. Tam vapur iskelesine yaklaşırken yerden kağıt bir lira buluyorum hep ben mi para kaybedeceğim birazda biz para bulalım . Beklide geçenlerde kaybetmiş olduğum 20 lirayı Tanrı bana taksit taksit ödüyor. Belkide bu gecenin mucizesi nasibin beni çektiğidir.

Konaktan binip Bostanlı da indim iskelenin karşısında benim gibi tekerlekli sandalyede oturan bir adam mendil satıyor. Yanına yaklaştığımda anlıyorum ki birazda konuşma güçlüğü çekiyor. Vapurdan inen insanlara mendillerini uzatıyor. Belli belirsiz bir şeyler mırıldanıyor . Herkes evine gitmenin derdinde umursamaz, birazda korkuyla yanından uzaklaşıyorlar .Yanına yaklaştığımda elindeki mendilleri elime tutuşturdu bende yerde bulduğu bir lirayı ona verdim. Elimdeki iki mendilden birini tekrar ona uzattım ama o almak istmedi.

Ve o akşam eve vardığımda Viktor Hugo'nun Sefilleri oynuyordu televizyonda.
Yaşam aslında böyle tesadüflerin bütünü müdür? Yada karmaşıklıkları anlamlandıran bizler miyiz ? Yada yaşam aslında her şeyiyle uyumluyken biz bunun çok kısa bir kısmını mı algılıyoruz. Ne dersin uyanma zamanı değil mi ?


Yazan : Ali Ekber Yılmaz


Hantuman

Son gittiğimiz halk oyunları gösterisi, İzmir Folklor Derneği(IFD)'nin düzenlediği ve Kurtuluş Savaşı'nın canlandırıldığı bir gösteriydi. Buradaki oyunlardan birinin adı Hantuman' dı. Daha önce duymadığım bu söz yine aklıma geldi ve araştırdım.

"Hantuman: Kurtuluş savaşında belden aşağısını kaybetmiş bir kişinin oynadığı oyundur. Hantuman kazazede anlamına gelir. Yere yakın hatta yerde sürünerek oynanan bir oyundur. " diyordu IFD'nin sitesi.

İlginç olan bu ismin internet üzerinde başka bir kaynakta geçmemesi. Aynı şekilde, yine bu oyunda kullanılan "Hurumi Taarruz" (Artvin Yöresi oyunuymuş) ifadesi de bulamadığım oyun isimlerinden biri oldu.

İstanbul İstanbul

İstanbul'da (neredeyse) bir hafta geçirdim. Ve bazı kesin yargılara vardım. :) İlginç olaylarla da karşılaştım. Gelelim vardığım yargılara:
1- Eğer Avcılar gibi uzak biryerde kalıyorsanız ve çok çalışkan İstanbul Belediyesi yol çalışması yapıyorsa evden çıkıp İstanbul'un merkezlerine gitmeyin, saatler alabiliyor, baş ağrısı, yorgunluk çekiyorsunuz. (Taksim'e gidiş 3 saat mi ne sürdü :S )
2- Bazı mesafeler yürünebilir uzaklıkta görünse de yürüdükten sonra feleğiniz şaşınca yürünemez olduğunu anlıyorsunuz.
3- Otobüslerde sevgilinizle, eşinizle öpüşmeyin, koklaşmayın, ahlağımızın kadim koruyucusu erkekler size saldırabiliyor. (Evet bizzat bir otobüste gördüm bunu)
4- İstanbul iki yakası olduğu gibi iki de yüze sahip (evet klişe oldu ama ne yapayım :) )
5- İstanbul sadece gezmek içindir.

Gelelim otobüste yaşanan olaya.
Kısa bir otobüs yolculuğunda (1.5 saatlik falan) Taksim'den Avcılar'a dönerken (elbette öncelikle Şirinevler'e gidiyordum orada araç değiştirip Avcılar otobüsüne biniyoruz :S ) yanımda oturan kişi kıpır kıpır oynamaya, kendi kendine söylenmeye ve biraz çaprazında oturan arkadaşına ilgiçn hareketler yapmaya başladı. Sonra anladım ki arkadaşının hemen karşı koltuğunda oturan bir çiftin sevgi gösterilerinden rahatsız olmuş (öpüşmeler falan, İzmir'de çok rastlanabilen muhabbet gösterileri :S ). Söylenmeleri de enteresandı, yok efendim bunların aileleri şöyledir, yok bunları doğuranlardaymış suç, yok güya kendisi de üniversite okumuş (hemen bu tip rahat insanlara üniversiteli yaftası yapıştırılır ya o da enteresan bir nokta ) ben gerçekten merak ettim hangi davar üniversitesinden mezun olduğunu. Herif o kadar da yaşlı değildi, en sonunda dayanamadılar daldılar elemanla kıza (tam bir dalma değildi, müdahele diyelim) kızla eleman bir şekilde (kulak misafiri olamadım) yırttılar. Ama herifler tamamen mahallenin namusuna ek olarak, otobüsteki namusuda korumaya başlamışlar. Ulan sanki isviçreli turistlere tecavüz eden, kızlara sarkıntılık yapan, etek altı resim çeken, ata tecavüz eden ,vb. gerizekalı davranışları yaratan öküzler ailesine mensup değillermiş gibi çok masumane bir şekilde (herifler gözlerini bir türlü ayıramıyordu o da ayrı bir öküzlük benim nazarımda) sevgi gösterisi yapan belki de evli, belki de nişanlı bir çifte sataşabiliyorlar. Görünen o ki gericilik İstanbul'da had safhada. "Gavur" İzmir'de yaşadığımdan İstanbul şaşırttı beni sanırım.

eXe – eLearning XHTML Editor Programı

Öğrenme yönetim sistemlerinde kullanabilmek için standartlara uygun içerik geliştirebilen bir araç ararken, açık kaynak kodlu ve SCORM2004 standardını destekleyen eXe – eLearning XHTML Editor programını buldum.

SCORM2004 standardına uygun içerikleri oluştururken, standardın tanımlamaları dikkate alınarak, öğrenme içeriğini oluşturacak bileşenler birleştirilebilir, içeriğin neleri kapsadığını ve sırasını içeren “manifest” dosyası hazırlanabilir ve bunlar bir paket haline getirilebilir. Ancak bu yöntem oldukça uzun ve zaman alıyor. Bunun yerine, içerik geliştirmeyi kolaylaştırmak için geliştirilmiş olan ve SCORM2004 standardına uygun kurs içerikleri geliştirebileceğimiz, içerik yönetim araçları kullanılabilir. “eXe – eLearning XHTML Editor” programı bunlardan biri.

eXe programı, akademisyen ve öğretmenlerin, HTML ve XML gibi teknolojiler konusunda uzmanlaşmalarına gerek kalmadan web tabanlı öğrenme içerikleri hazırlamalarını sağlayan bir ortam sağlıyor. Açık kaynak kodlu olarak geliştirilen ve geliştiricilere açık olan eXe, SCORM2004 standardına uygun içerik geliştirme olanağı da sunuyor.


SQL de bir sahaya NULL değeri atamak

SQL Enterprise Manager içerisinde, tablodaki herhangi bir sahaya NULL değeri vermek için CTRL ve 0 (sıfır) tuşlarına basmak yeterli oluyordu. Kodun içerisinden bu işi yapmak için de sadece "UPDATE TabloAdi SET SahaAdi = NULL" demek yeterli.

"Science Citation Index" e girmeli mi girmemeli mi?

Yüksek lisans tezimi bitirmek için uğraşırken birde makale yazıp yayınlayayım istedim ve akademinin istediği formata uygun, kaynakları belirtilmiş, atıfları yapılmış bir makale hazırladım. İçeriğinden bahsetmeye gerek yok aslında çünkü geribildirimdeki eleştiri genelde içerik üzerine değildi. Ben anlam veremesem de içerik arka planda kalan bir şey gibi görünüyordu.

Aylarca üzerinde çalıştığınız bir konuyu anlatıyorsunuz, anlatımınızı gümüş tepsiye koymadınız diye bir de fırça yiyorsunuz :). Yapılan eleştirinin yapıcı tarafları da var tabiki; çıkarılacak çok ders var. Bir kısmı gerçekten yönlendirici. Ama çoğunlukla kaynakçadaki yanlışlıklar, makalenin düzenindeki eksiklikler gibi formaliteler üzerinde durulmuş. Bu satıları okudukça uçan kafa, dönen tekme, street fighter oyunundaki "aduu ket" hareketi ve dünyayı kurtaran adam geliyor aklıma. Uygulama alanı bulamıyorum tabiki bu üstün dövüş tekniklerini.

Kedi uzanamadığı ciğere pis dermis, ama burda sorun bu ciğer göründüğü gibi güzel mi acaba, yoksa sera domatesleri gibi parlatılmış, tatsız birşey mi. Verdiğimiz emeğe şekil katmak için harcadığımız zamanı, daha çok şey üretmek için kullanamaz mıydık acaba? Biri bana burada bakılan esas şeyi, gerçekte şekilciliğin mi içeriğin mi önemli anlatabilir mi? Boş geliyor bana bunca uğraş. Belki de anlayamıyoruz, o kadar üstün bir gereksinim bu formalite dediklerimiz.

Takıldığım bir başka ciddi gereksinim de, akademik dünya için yaptığınız, başkalarının da işine yarayacak birşeyin yayınlanması için neden yüzlerce dolar para ödediğimiz. Açıklayabilir misiniz lütfen?

Not: Bu düzende bir yanlışlık var.