Savaş ve Barış

Irak, Bosna, II. Dünya savaşı, 17 ağustos depremi, Çernobil, yanan Antalya ve Çanakkale, Karadeniz sahil yolu katliamı, Almanya'daki gurbet işçileri, çöp toplayan çocuklar, mevsimlik işçiler ve aileleri...

Tüm bunları barışa rock festivaline katılan gençleri gördükten sonra tekrar düşündüm. Gerçekten gerek tipleri, gerek konuşma biçimleri tamamiyle başka bir coğrafyanın insanı gibiydiler. Kendilerine uzatılan mikrofona "Savaşa karşıyız!" diye haykırıyorlardı.

Kimisi tek eli üzerinde zıplıyor, kimisi elinde bira ile kendini müziğe kaptırmış kafa sallıyordu. Çoğu farklı illerden gelmişlerdi. Kafkaslar'da savaş başlamıştı. Bizim gençler değişik saç biçimleri ile haykırıyorlardı: "Savaşa karşıyız!".

Savaşa karşı çıkmak güzel şey... Herkes savaşa karşı olmalıdır zaten... Ancak hangi hüzün, hangi savaş bizi savaş karşıtı olan bir etkinlikte çılgınlar gibi eğlendirebilir? Yanan ormanların evsiz köylüleri, göçük altında kalan ufacık bedenler! Savaşa tabiki karşıyız... Asil duruşumuzla, gözyaşlarımızla ve parçalanmış yüreklerimizle her zaman Irak'lı kardeşlerimizin yanındayız ve yanında kalacağız... Hüzne boğularak, hıçkırıklarla ağlayarak Bosna'daki savaşı anımsayacağız... Bu günleri piercinglerimiz, pembe saçlarımız ve Converse marka ayakkabılarımızdan kurtulmuş, bu toprağın dev gibi bir çınarı olarak ağıtlarla ve türkülerle hatırlayacağız...

Bu hüzün nehiri uzar gider... Nehirin kenarında dev gibi bir çınar... Nehirin sesinden incinmiş, yapraklarını dökmüş... Çınarın dibinde bir adam, bu kan nehirine bakıyor. Bir yanda tükenmiş ömrü, bir yanda yolda kalanlar, bir yanda akıp gidenler... Dilinde bir türkü :

Bir insan ömrünü neye vermeli
Para mı onur mu taş diken bir yol
Ağacın köküne inmek mi yoksa
Savrulup gidiyor yaprak dediğin
...

Tuzla'da işçiler birer birer ölüyor... Ormanlar yanıyor... Bombalar yağıyor... Yaşamlar savrulup gidiyor...

Hayat devam ediyor!

Hiç yorum yok: