Herkese merhabalar...
Bu günlerde dikkatimi tekrardan inatla çekmeye başlayan, gündelik hayatta herkesin karşılaştığı ama pek farkında olmadığımız bazı olayları (bir hikayeyi) paylaşmak istedim...
Bazı genel kabul görmüş kavramlar, olgular çok kolay istismar aracı olarak kullanılabiliyor. Bunu kullanan kişiye de gerçekten amacına ulaşmada fayda sağladığını görebiliyorsunuz, fakat bu onun doğru yolla amacına ulaştığını göstermiyor. Peki bunun farkında olanlar eğer çok sayıda kişi değilse(hatta tek tük kişi ise); yapılan iş, izlenen yol o kişi bazında ve yapılan iş bazında aslında zımni(kapalı, üstü örtük) olarak destek ve teşvik görmüş olmuyor mu??? Diğer kişilere de aynı yolla amaçlarına ulaşabilceklerine örnek teşkil etmiyor mu, ve asıl bu noktadan sonra genele yayılan yanlış alışkanlık, toplumsal kültür tahribatını başlatıyor belki de...
Dedim ya; genel kabul görmüş kavramları amaçlarına kolayca kullanan bir toplumsal alışkanlık gelişiyor. Burada bir diğer örtülü amaç da genel kabul görmüş, gerçekten iyiniyetli amaçların biraz da bu yolla yozlaştırılmasıdır. Çok teorik oldu gibi; anlatmak istediğimi bir örenekle açıklamak isterim. Mesela; kişinin birisinin gayet güzel şartlarda Türkiye'nin güzel bir kaç şehrinde (ör: Çanakkale, Ankara, İzmir) çocukluğu ve üniversite hayatı geçmiş, o kişi maddi yönden fazla sıkıntı çekmemiş ve güzel de bir işe yerleşmiş olsun. Buraya kadar normal. Bu kişi bir de bakıyorsunuz fakirlik edebiyatı söylemini, hak, adalet sedalarını gereğinden fazla yükseltmeye başlıyor. Başta ne var bunda ki diyorsunuz. Biraz sorgulayınca; o kişiyle biraz tavla muhabbetine girince; lisede, üniversitede öyle pek de fakir edebiyatıyla yaşamadığını kendi anlattığı hikayelerden anlıyorsunuz. Burada gerçekten tırnağıyla kazıya kazıya bir yerlere gelmiş insanların reklamı mı bu insana menfaat aracı olarak gelmiş yoksa sadece okuduğu bir kaç kitaptan mı etkilenmiş diye kendi kendinize sormaya devam ederken, asıl gerçek birden karşınıza çıkıyor. O adamın yöneticisi olan kişi gerçekten tırnağıyla oraya gelmiş birisi, ve o kişi yöneticisinin bu yönünü kendine paye biçerek kullanmaya çalışıyor. Yöneticisi bu durumun çok da farkında olmuyor ve zamanla aralarında suni bir yakınlık gelişiyor. "Kafayı çalıştıran" diğer çalışanlar da bu yöntemin tuttuğunu görüyor ve onlar da aynı methodu uygulamaya başlıyor. İşte bu noktada yozlaşma genele sirayet etmiş oluyor. Bu gerçek hikayeyi çok değer verdiğim bir arkadaşımdan dinlediğimde çok da şaşırmamıştım. Çünkü bu yozlaşma kültürü, zaten o kurumu da aşmış toplumun geneline sirayet etmiş ve her an karşımıza farklı bir örneği çıkmıyor muydu?
Burada temelde iki olgu zarar görmüş oluyordu; birincisi tırnağıyla bir yerlere gelme kavramının önemini yok etmek ikincisi de bu kavramı kullanarak (yozlaştırarak) tam tersi bir yöntemle amaca ulaşmanın kapalı olarak teşvik edilmesi. Peki bundan kim zararlı çıkıyor; o kişiler mi; hayır. Genele sirayet eden bu yozlaşma kültürü toplumun değerlerine, bin yıllardır oluşturulmaya gayret edilmiş değerlerine ve toplumun kendi özüne zarar veriyor.
Sonuç olarak; bir kişinin ağzından çıkan yüksek manalı lafları biraz o kişilerin yaşamıyla alakalandırmak gerekiyor galiba. Şöyle ki; aynı söz farklı kişilerin ağzında farklı anlam kazanıyor aslında. Bence; "Para; insanlıktan önemli mi?", "İnsan emeğiyle hak etmeli", "Vatan için canımı veririm" gibi ulvi cümlelerin kimin ağzından çıktığına dikkat etmemiz gerekiyor. Bu cümleleri sarfeden kişiler belki de gerçekte"para kazanmanın tek amaç olduğuna inanan", veya "emek nedir bilmeyen", ve yahut "vatanını kendisinin ufacık menfaatine feda edebilecek yapıda" kişiler olabilir. Yoksa hem bu kavramlar yavaş yavaş, git gide yozlaştırılacak hem de gerçek insanla suni insan ayırt edilemeyecek. Zaten "o tip" insanların da görünmeyen amacı bu sonuçlara ulaşmak da olabilir... Bu toplumda bu anlamda hepimize biraz iş düşüyor, iş işten geçmeden, at izi it izine karışmadan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder