Bilimin Efendisi

Geçmişten günümüze; insanlık için yapılanlarla, bilim aracılığıyla insanlık için yapılabilecekler arasında uzaklık çok daha genişlemiştir. Bilim artık bilim adamı için de umut verici ve yararlı birşey olmaktan çok giderek daha yararsız ve yıkıcı olarak görülmektedir.

Bilimin karmaşık hale gelmesiyle birlikte maliyeti o kadar yükselmiştir ki, ancak hükümetler yada tekellerin desteğiyle ilerleyebilmektedir; ki bu destek çoğunlukla askeri amaçların gerçekleştirilmesi amacıyla verilmektedir. Bilimi bağımlı hale getiren bu koşullar, parayı ödeyenin amaçları doğrultusunda bilim üretimini zorunlu kılıyor. Hedef askeri bilim olunca, gizlilik ilk şart oluyor.

Özgür araştırma, özgür yayın gibi eski kavramlar yok olurken; üretilen bilim, parayı verenin istediği yönde değilse, araştırma fonlarından da mahrum bırakılıyorsunuz. Akademik çevrelerde ilerleyebilmenin ön koşullarından biri de, istenilen bu hedeflerin peşinde koşmak; hiç bir şekilde durumu eleştirmemekten geçiyor. Bilimsel araştırma ve akademik görevler için neredeyse bağlılık yeminleri etmek ve politik sınamalardan geçmek zorunda kalıyoruz. Ancak bu yapıyı kabul edenler "saygın" birer bilim adamı olabilir ve yüksek görevlere getirilirler. Bugün bilim, akademik çevreler içinde hapsolmuş; ancak pratikte kar sağladığı yada öldürücü silahlar üretebildiği sürece varolmasına izin verilen bir olgu haline gelmiştir[4].

Özgür yazılım kavramının "solcu" görünmesinin nedeni de bununla ilişkili olabilir. Özgürlük, paylaşmak ve ilerlemek; bu kavramlar anlam olarak iyi şeyleri akla getirse de bugünkü pratikte, açık açık söylenmese de, çoğunlukla kötü ve tehlikeli çağrışımlar olarak görülüyorlar.

Oysa bilimin efendisi olacak toplum, önce bilime ve bilim ile uğraşana saygı duymalı, bilim adamına öncelik vermeli sonra bilimi hayatının parçası olarak görmeli.
"Kendilerini bilimsel çalışmalara adayabilecek kadar şanslı olanların bilgilerini insanlığın hizmetine sunmada kimseden geri kalmamaları, en önde gelmeleri gerekir." (Paul Lafargue)

Son 25 yılın uluslararası bilimsel dökümüne göre Türkiye dünya bilimine yüzde 1'lik bir katkı bile yapamamış[5]. Biz yeteri kadar çalışmıyor muyuz, yoksa çalışıyoruz da boş işlere mi çalışıyoruz. Yanlış, boş hedefler mi koyuyoruz, yada hiç hedef bile koyamıyor muyuz? Etkililik ve etkinlik; her ikisinde de sorunlarımız olduğu görülüyor. Konuyla ilgili olarak "Öğretim Üyesi ya da Bilim İnsanı Kimdir?" başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

Bugün bilim teknolojiye indirgenmiş bir haldedir. Öyleyse “bilim”, veya var olan alt yapı mekanizması için neredeyse eş anlamlı olarak kullanabileceğimiz “teknoloji” nedir sorusu tekrar cevaplanmalıdır. Teknoloji bilimin yeni teknikler araştıran ve var olan teknikleri inceleyen koludur. Teknoloji emeğin üretkenliğini arttırır ve gelişen teknoloji, bir işin, işçi tarafından daha az emek gücü sarf edilerek yapılmasına olanak verir. Problem bilimin neredeyse tek bir koluna yani teknik-bilime indirgenmiş olmasındadır.

Görülüyor ki bugün bilimin efendisi, sistemin gerektirdiği gibi sermaye ve sermayeye sahip olanlardır. O halde biz ne yapabiliriz?

Bilimin gelişmesinde iki önemli etken var: İlk olarak bilim, insanların en temel gereksinimleri olan yiyecek, giyecek ve barınma ' yı sağlayacak üretim ve ulaştırma araçlarını sağlayacak; ikinci olarak da bilim, paranın ve tekellerin gösterdiği hedeflerden kurtularak günlük yaşamın bir parçası, halkın uğraşı haline gelecektir[4].

Sistem kapitalizm de olsa, başlangıç "Üretim" den geçiyor. Verimli üretim ise bilimin yol göstermesiyle sağlanabilir. Üretimi az olan ülkemizde, yaşam dışa bağımlı, yani dışarda üretileni tüketmek üzerine kurulu hale geldi. İthalat'ın artışı da bundan, üretmeden tüketmekten kaynaklanıyor.

Kayda değer bir üretimi olmayan birey ve toplum, varolan düzen içerisinde ancak figuran olabiliyor. Başrol oyuncuları ise, sistemin çalışmasını sağlayan çarklar. Burada üç seçenek çıkıyor karşımıza: Ya sağlam bir çomak olup gireceksin çarkların arasına ve kırılmayacaksın; ya sistemin en iyi oyuncularından biri olarak kritik bir çark olup, senin gibi olan diğer çarklarla beraber çalışarak sistemi sen isteyince bozacaksın, ya da yeni düzen için çarklardan birinin kırılıp bozulmasını bekleyeceksin.

Sadece düşünmek ve konuşmakla bir çomak olup da birşeyleri düzeltmek şimdiye kadar pek mümkün olmamış. Ki yıllar öncesinden şöyle özetlenmiş bu durum: "Filozoflar dünyayı değişik şekillerde yorumlamakla kaldılar oysa önemli olan dünyayı değiştirmekti. (K.Marx)"

Birey için esas olan üreten bir çark olmak; bir başka deyişle sistemin en iyi oyuncularından biri olmaktan geçiyor. Sonra çarkların birlikteliği önem kazanıyor. Bunun için de herşeyden önce yapılmış olanların nasıl ve neden yapıldığını incelemek yoluyla varolan sistemi çok iyi anlamak gerekiyor.

Burada Diyalektiğin yasaları tam olarak anlam bulur: “niceliğin niteliğe dönüşümü","Yadsımanın Yadsınması" ve "zıtların iç içe geçmesi" yasaları varolan sistemi anlarken yol gösterici olabilir:

“Yadsıma” sadece bir şeyin yok olması, başka bir şeye dönüşerek ölmesi anlamına gelir. Örneğin insanlık tarihinin ilk dönemlerinde sınıflı toplumun gelişmesi, daha önceki sınıfsız toplumun yadsınmasını temsil ediyordu. Yadsımanın yadsınması yasası yalnızca bir sistemin doğarken başka bir sistemi yok olmaya ittiğini söyler.

“Zıtların iç içe geçmesi” yasası, değişim süreçlerinin çelişkiler sayesinde, tüm doğal ve toplumsal süreçlerin içinde gömülü olan farklı unsurlar arasındaki çatışmalar sayesinde ortaya çıktığını söyler.

“Niceliğin niteliğe dönüşümü" Bir şeyin yapısı değişmediği zaman, nicel bir değişiklik vardır (su örneğinde ısının bir derece değişmesi, bir yapı değişmesi olmadığı gibi). Ama şey, yapısını değiştirirse, yani şey başka bir şey olursa, buradaki değişme nitel değişikliktir. Öyleyse görüyoruz ki, şeylerin evrimi sonsuzcasına nicel olamaz; şeyler dönüşürken, sonunda, nitel bir değişikliğe uğrarlar: Nicelik, nitelik haline dönüşür.[1]"

O halde şimdi yapmamız gereken üretimin şeklini ve amacını belirlemek, sonra beraber çalışıp, üretmek:

"İnsanlar, her biri bilinçli olarak istedikleri kendi amaçlarını izleyerek, bu tarih nasıl bir biçim alırsa alsın, kendi tarihlerini yaparlar, ve işte bu başka başka doğrultularda etki yapan sayısız iradenin ve bunların dış dünya üzerindeki çeşitli yankılarının bileşkesi, tarihi oluşturur. Öyleyse burada da önemli olan sayısız bireyin ne istediğidir. İrade, tutku ile ya da düşünme ile belirlenir. Ama, kendileri de doğrudan tutkuyu ya da düşünmeyi belirleyen araçlar çok değişik niteliktedir. … Öte yandan, … etkin insanların beyinlerinde hangi tarihsel nedenlerin bu güdülere dönüştüğünü kendi kendine sorabilir insan.(F. Engels)"[1]

Engels, toprağın verimliliğinin düşmesi teorisine karşı çıkıyor; "Toprağın büyüklüğü sınırlıdır, bu doğru. Ancak bilimin ilerlemesi sınırsızdır ve hiç değilse nufüs artışı kadar hızlıdır. Tarımın ilerlemesi kimyaya çok şey borçludur.
Bilim kendisini en az nüfus kadar çoğaltır: Nüfus en son kuşağın sayısına oranla artar; bilim ise en son kuşak taafındankendisine miras olarak bırakılan toplam bilgi miktarına oranla ilerler ve dolayısıyla en olağan koşullarda geometrik dizi içinde gelişir - öyleyse nedir bilim için olanaksız olan?"


Birkaç söz:

Thomas Edison:
"Deha yüzde 1 esinlenme, yüzde 99 ise terlemeden ibarettir".

Goethe:
"Kişinin bilmediği ya da hiçbir şekilde fikrinin olmadığı düşünceler gece kafasının labirentlerinde dolaşır."

Poincare:
"Mantığımızla kanıtlar, içgüdülerimizle yaratırız." Geometri ya da herhangi bir başka bilim için salt mantıktan daha fazla şeyler de gerekir. İçgüdü dışında da bunu tanımlayabilecek başka bir sözcük yok".

Plato:
“İhtiyaç, buluşun anasıdır.”


Kaynaklar:

[1]http://www.anlikhaber.net/site
[2]http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=22669
[3]http://www.tubav.org.tr/dergi.php(Ortaş, İ. (2004). Öğretim üyesi ya da bilim insanı kimdir?. PiVOLKA, 3(12), 11-16.)
[4]Marksizm Ve Bilim ( J. D. Bernal )
[5]http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7917417

2 yorum:

T. E. Kalaycı dedi ki...

Bilimdeki en büyük sorun, bilimin artık kar amacıyla teknoloji aracılığıyla piyasalaştırılmasıdır. Örneğin 3G teknolojisi son zamanlarda dikkatimi çeken bir teknoloji. Bu teknolojinin insanlık ve insanlar açısından ne tür bir yararı olabileceğini kafam almıyor, ama şirketlerin lisanslama üzerine çalıştığını görüyorum, bu işten ciddi anlamda para kazanacakları kesin. Ama tamamen cep telefonu, iletişim teknolojilerinde olduğu gibi insanların eğlence anlayışını, haberleşme anlayışını, zaman harcama anlayışını değiştirerek yapacaklar. Saatlerce cep telefonuyla ücretsiz mesajın keyfini çıkaran, sürekli telefon kulakta gezen kişiler bu şirketlere kar kazandırmak dışında bir yarar sağlamadıklarının farkındalar mı acaba?

Bilim insanlığın yararına çalışmıyor ne yazık ki, bir kaç tekel firmanın yararına çalışıyor. Keza teknoloji başlı başına zaten bilimin piyasalaştırılmasıdır.

(Şapkalı a'yı nasıl yapacağımı bulamadım, kar kelimelerini şapkalı a gibi okuyun lütfen :) )

İlker Kalaycı dedi ki...

Gerçekten çok güzel bir çalışma olmuş.

Aslında belki de her kavram için sormamız gereken soruyu bilim için de sormalıyız? "Kimin için bilim?". Yazının başlığından da anlaşıldığı üzere günümüz koşullarında bilim, birilerinin kölesi durumda. Bilimi özgürleştirmenin yolu da toplumların kendilerini özgürleştirmesinden geçiyor. Diyalektik de bu noktada devreye giriyor işte. Modern "özgür" insan yanılsamasını içimizden söküp atabilmek için üretim araçlarına kimin hakim olduğunu görmemiz gerekiyor."Yadsımanın yadsınması" için ilk adım bu. Yaşamak için zorunda bırakıldığımız emeğimizi kiralama ve hakim sınıfın saltanatını devam ettirebilmesi için emeğimize ihtiyaç duyması zıtların iç içe geçmesini sağlayan "çelişki"lerden biri. Son olarak "niceliğin niteliğe dönüşmesi" gerekiyor. Bu da dünyayı "yorumlama"nın ötesinde "değiştirme"yi gerektiriyor.