Bilgisayar alanından hareketle yaşamla ilgili her şeyi paylaşmaya çalışan arkadaşların oluşturduğu kollektif bir günlüktür.
Fethiye Kayaköy gezisi
Nasıl gideriz diye düşünürken, çantalarımızı alıp kamp alanı sorumlusundan minibüs çağırmasını rica ettik. Minibüs şoförü bizi gerekli yere bırakacaktı. Önce otogara uğrayıp dönüş biletlerimiz aldık; 44-45 son biletler :). Şanslıydık.
Aç olduğumuzu düşündük ama Kayaköy daha önemliydi,orda yeriz dedik sonra yiyecek birşey bulamama riski olsa da. Otogarın hemen çıkışında, sağdaki minibüs durağında beklemeye başladık. Hangisine bineceğimizi bilemedik ama. Yine minibüs beklemeye gelen biri geldi. Hemen atladık soralım diye, eleman bozuk Türkçeyle "Ben de Londra dan geldim, pek iyi bilmiyorum buraları dedim". Bula bula yabancıyı bulduk bizde soracak, ama ne bilelim, tipi de göstermiyor ki; Türk kası göbek desen var, esmer ten, siyah saçlar. Türk kanı var yani. Neyse sonra sanırım buna bineceksiniz dedi, ve o da bizimle Hisarönü minibüsüne bindi.
Normalde bu minibüsler Kayaköy'e uğramıyormuş, bir-iki km uzağından geçiyormuş. Yürümek gerekecekti yani. Neyse dedik. Yolda Jandarmalar durdurdu ve Kayaköy üzerinden gideceksiniz dedi. Allahhh. Her şey bizim için kurulmuş gibi işliyordu. Her şey bu kadar yolunda olmasına rağmen dallama şoför bizi indirmeyi unuttu, yine yürüdük ikiyüz metre kadar. Birde gülüyor ne kadar şanslıymışsınız diye. Evet sen de olmasan gerçekten şanslı olacaktık :).
Tepedeki evlere doğru yürümeye başladık. Kayaköy ün girişini ararken evler çoktan başlamıştı. Yıkıntı halindeki evlerden birinde bir sincap dolaşıyordu. Evler başladığında nasıl olsa vaktimiz var ve açız deyip az ileride gördüğümüz "İsmail'in Yeri" nde oturup, daha doğrusu şark köşesinde uzanıp, mükemmel gözleme ve ayranın tadını çıkardık.
Ve Kayaköy e giriyoruz. Burası, tepelere kurulmuş, sokakları taşlarla örülmüş, tamamen taşlarla bütünleşik evlerden oluşmuş ve 1922 li yıllarda, Türk - Rum değişimi sırasında boşalmış bir köy. Birkaç tepe üzerine kurulmuş, büyük ve bir zamanlar ihtişamlı olduğu kesin. Kiliselerinden en yakın olanına da mutlaka uğrayın.
Dönüş için yine minibüs bekledik ama bizimle aynı zamanda köyü gezen bir çift bizi beklerken gördü ve merkeze kadar bıraktılar. Yolda birkaç dakika durup Fethiye ye tepeden baktık, manzara görülmeye değerdi. Arkadaki, duran bir minibüs ve içerisindeki adam ilginçti. Adam önce pencereden sarkıp yanda duran köpeği yanına çağırmaya başladı. Köpek sallamayınca aşağıya indi ve gel kızım deyip dizlerine çağırdı yine. Köpek için bayağı endişelendik, ama neyseki gitmedi adamın yanına :)
Ve sonunda Fethiye merkezindeydik. Biraz rıhtımda dolaşıp bir çay içtik. Kalkıp marketten alışverişimizi yaptık ve Merkez Caminin yanından Katrancı minibüsüne binebileceğimizi öğrendik. Öğrendiğimiz adam da bir tuhaftı. Emekli postane amiriymiş, akrabamız gibi davrandı. Önce yaşlı bir teyzeyi niye yürümüyorsun 500 mt lik yolu deyip fırçaladı ve doğru minibüse bindirdi, sonra bize nasıl gideceğimizi belli bir süre yanımızda yürüyüp, geçmişini anlattıktan sonra anlattı.
Döndüğümüzde neye uğradığımızı şaşırdık. Azıcık bile ışık yoktu kamp alanında. Çadırın yerini bile zor bulduk.Neyseki çantamızda el feneri vardı. El feneriyle topladığımız çalı çırpıyla küçük bir ateş yaktık ve aldığımız sucukları pişirdik, yada pişirdiğimize inandırdık kendimizi:). Sonradan öğrendik ki az insan olduğu için ışıklandırmaları açmıyorlarmış. Gece kumsal da bitti ve gidip uyuduk.
Not: Ertesi gün ilk iş çalıları toparladık. Akşam ateşi için çalılar hazırdı.
Sevgili Piliç
slm :)
Senin de bildiğin gibi su aralar sadece spor yapıyorum, tırmanıyorum. İnsan arada başka bir şey yapınca yeniden doğuyor. Bu küçük tatil acayip iyi geldi. Çok eğlendik ve çok dolu geçti. Gerçek bir zihinsel dinlenme aynı zamanda… Ne yiyeceğini düşünmüyorsun, eşyalarının kirlendiğini de. Hem arada koşuyorsun hem yüzüyorsun. Bu arada tırmanıyorsun da. Eve geldiğinde süper yemekler... Altında motor, istediğin yere gidiyorsun sürekli bir deniz manzarası ve mevsim itibariyle ufuk hep puslu. Ee tabii anne şefkati, aile saadeti vs :)
Tırmanışta; hiç bilmediğin bir rotayı, kimseden hakkında bilgi almadığın, fotoğraflarına bakmadığın. Çıkarken kimseyi izlemediğin bir rotayı hiç düşmeden ve ipten destek almadan çıkmayı başarmaya "onsight çıkmak" denir. Ben hayatı “onsight” yasıyorum. Günlerce tırmanıyorum İzmir’de - bu arada evim, çevrem, dostlarım ve işimin Bursa’da olduğunu da hesaba katmalısın- sadece tırmanış, aklımda yasamla ilgili gelecekle ilgili ne kuşkular var nede plan - bu arada da; okulunu ve y.lisansını bitirmiş, ailesinin ve toplumun, askerlik ve iş gibi sosyal baskılarını direk yasayan biri olduğumu hesaba katmalısın :))- ve sadece kuzen Merih’i de alarak bir tatile çıkmak istiyorsun, aynı zamanda aileni mutlu edeceksin.
Otostopa başlıyorsun İzmir’in neredeyse şehir sayılabilecek bir yerinden (şehirlerarası otostop şehir dışına çıkıp yapılır) 2 3 araçla ve epey yürüyüşle anca şehir dışına çıkıyoruz. Sonra Kuşadası’na giden 2 Hollanda’lı eleman alıyor. Kuşadası’na varmadan çok daha önce ayrılmamız gerekiyor bodrum yolu için. Babamın ve ninemin mezarını görmek için yolu uzatarak adamlarla Kuşadası’na gidiyoruz. Tutarlar, yolumuzdan oluruz diye; adada amcamın işyerinin önünden saklanarak geçiyorum, halamlara ve kuzenlerime yakalanmamaya dua ederek. Kabir ziyaretleri. Otostopa devam. Hee!.. Bu arada kafalarımız iyi. Hollanda’lı elemanlarla takıldık yolda. Düşünsene fatihayı gülerek, yarı okuyoruz -hatırlamak güç tabiiJ- yolda 8 çizerek yürüyoruz. Artık yola düşme vakti. Kuşadası çıkışına kadar yürüyoruz, terminalin karşısından bir yerden başlıyoruz otostopa. Zaten son iki haftadır beynimiz uyuşmuş gibiydik Merih’le. Sürekli gülüyoruz eften püften esprilere ve düşünüşümüz hep aynı, esprilerimizi tamamlıyoruz. Aynı kişinin suretleri gibi olduk. Ve yolda açlık, susuzluk dinlemeden tam anlamıyla tiye alarak kaldırıyoruz kollarımızı, biraz da yolun kısalığından cesaret alarak. Sürekli şarkıları değiştirerek soyluyoruz. Çoğu zaman yerlerde buluyoruz kendimizi, otostopta olduğumuzu unutmuş bir şekildeJ Toparlanıp otostop çekmeye devam ediyoruz. Düşünsene zaten bu şekildeyken bir de beyinlerimizi iyice uyuşturduk :) eğlence iki kat. Ama alan insan sayısı oldukça azalıyor tabii…
Sonra eve varabiliyoruz aksama doğru. Güzel yemekler, tatlılar, sevgi, saadet... Bu kısmı bir daha yazmayacağım sen açık gördüğün her araya ekleyebilirsin :)
Ertesi gün motosiklete atlıyoruz küçük bir motor koca iki adam ve iki sırt çantasını yüklüyoruz motora. Tırmanmaya gidiyoruz. 25 km uzakta bir kaya. Tabii inişlerde motorun yükü çok olduğu için 80 90 km\sa hız görüyoruz ibrede, durmak kolay olmuyor her seferinde. Henüz acemi sayılacağımız için alamadığımız birkaç viraj geçiyoruz inerken ama Allahtan karsıdan araç gelmiyor :) yasıyoruz yine :) sonra güzel tırmanış. Dönüş yolunda büyük yokuşlardan ilkinde, teker patlıyor. -–Haydaaa! N’pçaz yürüsek mi motoru iterek, çok ağır. Olmaz. --Teker patlakken sürelim, olmaz çok zarar görür. --En iyisi otostop kuzum, motorla zor olacak ama alan olur elbet. Elimizi kaldırdığımız ilk minibüs, duruyor. Adamlar iniyor yardım ediyorlar ve motoru arkaya atıyoruz. Yokuş iniş ve virajlarla dolu bir yol. Üstüne çıkıyorum motorun ve sıkıca tutunuyorum, bir yandan da Merih tutuyor aleti. Savrula savrula ilerliyoruz, kollarım ağrıyor, motoru düşürmüyecem diye yapışmışım korkuluklara. Sonra adamlar, sağolsunlar lastikçinin önüne kadar götürüyorlar bizi. Eve dönüyoruz lastiği yaptırıp.
Ertesi gün, yine tırmanış.
3. gün dinlenmeliyiz zira yarın bir daha tırmanacağız. Yüzmeye karar veriyoruz, aktif dinlenme hesabıı. Önce havuza giriyoruz, ruhsuz geliyor. Deniz suyunu özlemişiz. Denize gidiyoruz. Bizim sahil çok sakin ve nedense su soğuk geliyor, cesaret eden çıkmıyor. Sonra Gündoğan’a gidiyoruz, atlama yapabileceğimiz bir iskele var diye. Bu defa motorda 3 kişiyiz, abi de ekleniyor. Ama bu şekilde çok fazla gidemeyiz, çooook tehlikeli. Birimiz otostopla geliyor. Yüzüyoruz, eğleniyoruz. Şezlonglara para vermek istemediğimiz için iskeleye bırakıyoruz eşyalarımızı. "acaba görenler maganda sanmışlar mıdır bizi?" diye düşünüyoruz. çünkü bu mevsimde henüz tatilci çok az, onlarda kahvelerde oturuyor, yüzen çok az. Başlıyoruz maganda taklidi yapmaya, saçma sapan eğleniyoruz. Kimse adam gibi atlamıyor suya, kimsenin kulaçları düzgün değil, kavga ediyoruz suyla… Eğleniyoruz böyle küçük şeylerle :) sanırım henüz otun etkisi sürüyor :)
Sonra dönüş yolu. Gerçek bir işkence. Başlangıç iyiydi. Sürekli bir araç alıyor, kısa mesafede olsa. Ve çok hızlı ilerliyoruz ilk 2 saatlik yolda. Hatta yolun en basında bizi almayan 5 6 araçla sürekli karşılaşıyoruz. Önce suratımıza bakmamışlardı, 2. 3. karşılaşmadan sora el sallayıp gülümsüyorlar. İzmir’e sadece 1 saat kaldı ama lanet otoban girişindeyiz. Ve 3 saat tek bir araç bile durmadı. En azından "nereye çocuklar?" diyen biri bile olamadı. Çıldırmak üzereyiz. Güneş mahvetti bizi, suyumuz da bitti… Aydın-İzmir otobanında İzmir’e doğru gitmeliyiz. Ama önümüzde duran ilk araca atlıyoruz, her ne kadar İzmir’in aksi yönünde Aydın’a gidiyor olsa da :) Düşünsene durumumuzu, ters yöne gitmeye razı oluyoruz, o lanet noktadan kurtulabilmek için. 3 saat güneş yemişiz, suyumuz tükenmiş ve hava gerçekten çok sıcak. Bindiğimiz tır, saray gibi geliyor. Adam “neden bindiniz?” diyor, “Abi burdan daha iyi bir nokta buluruz” diyoruz. Adamla 30 dak gittikten sonra daha iyi olduğunu düşündüğümüz bir noktada elimizi kaldırır kaldırmaz bir araç alıyor ve f.Altay caddesine kadar geliyoruz. Bir ara asla İzmir’e varamayacağımızı sanmıştık. Sonunda İzmir’deyiz. İnanamıyoruz tabiii. Aptal gibiyiz sadece birbirimize bakıyoruz ve hafif tebessüm suratımızda. Güneş sevincimizi bile kurutmuş :)
İşte “onsıght yasamak” bu, anlıyor musun? Sadece hangi rotayı çıkmak istediğine karar veriyorsun ve adım atıyorsun gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Bazen zorlanıyorsun, bekliyorsun, ama düşmemelisin; yoksa "onsıght" olmaz. İşte böyleee. Aslında bu 1 haftayı defterime de yazmak istiyordum ama defterim Bursa’da. Ayrıntıları unutmadan sana yazmak güzel oldu.
Hoşça kal Piliç…
Yazan : C. Utku Yakar
Fibonacci sayıları ve Pivolka
Bu sayıları ilk sınıftan itibaren gösterirler gerçi Bilgisayar Müh. bölümlerinde. Programlar yazılır bu sayılar üstüne ama nerden gelir, ne işe yarar pek de araştırdığım söylenemez daha önce. Hemen google dan bir arama yaptım ilk karşıma çıkan site Vikipedi . Az biraz okuyunca hayatın birçok yerinde karşılaşılan sayılar olduğunu anlıyorsunuz.
Tam kapatıyordum ki sayfayı, kaynakçaya gözüm takıldı ve şu sayfaya yönlendim. Elyadal ve Pivolka diye ilk defa duyduğum iki kelime ile karşılaştım. Sitenin kapsamı ve ele aldığı konular da çok yönlü, başarılı bir içerik. Yaratıcı düşünme ve davranış araştırmaları laboratuvarı olarak tanımlamışlar kendilerini. Araştırma grubunun başlangıçta seçtiği çalışma konuları PI sayısı, VOLvox kolonisi ve KAradelikler olmuş. PiVOLKA ismi bu grupların ilk hecelerinden oluşuyormuş.
Fibonaccinin bir faydası da sizi yararlı sitelere yönlendirmek olabiliyor demek ki ;)
Ahhhh! Disk Bölümünü (Partition) Kaybettim!!!!
En iyisi ben size başıma geleni anlatayım. Kendimi yoketmeme gerek var mı yok mu siz karar verin :)
Evet sabah oturdum bilgisayarın başına, format gerekiyor ya hazırladım kurulum cd'lerini koydum yanıma fanta dolu bardağı, hemen windows xp cd ile başlattım. Evet ilk başlarda sorun yok, geldik disk seçim bölümüne hemen windows kurulu bölümü seçtim sil dedim. Evet sildi. Ama o da ne depo olarak kullanılan bölüm de silindi. Amaney, hemen kurtarmak lazım. Bilgisayarı düğmeden yeniden başlat.
Evet, affınıza sığınarak burada usturuplu bir küfürü windowsa sallıyorum. (En usturuplusundan) salak windows bölümü siler silmez yazmış bu bilgiyi MBR diye tabir ettiğimiz disk bilgi alanına. Ulan şerefsiz önce bir sor değil mi emin misiniz diye, bu kadar hassas bir işte, ya da linuxte (evet ben bu olaydan sonra temelli linuxseverim) write (yaz) diye bir seçenek oluyor. Sen yaz demedikçe yazmıyor.
Bilgisayar başlar ve muhteşem hata: INCORRECT SYSTEM DISK (Ya da buna benzer :) )
Yarım saat boyunca bilgisayarın ve verilerin sahibi kardeşime ne diyeceğimi, nasıl açıklayacağımı düşündüm. Ama soğukkanlılığımı korudum ve kurtarmak için bir şeyler yapmaya karar verdim.
Önemli Bu şekilde bölüm sildikten sonra kesinlikle format atmayın, hiç birşey yapmayın. Ama hiç birşey!!! Format atarsanız sanmıyorum ki benim kurtardığım gibi (evet kurtardım :D ) kurtaramazsınız.
Hemen elimde bolca bulunan Ubuntu Live cd'lerin biri ile bilgisayarı tekrar başlattım. Kurtarma için internet şart. Hemen arayışlara başladım ve istediğim kurtarıcımı buldum : TestDisk
Şu GNU olmasaydı ne halde olurduk hiç düşünemiyorum. Bilgisayarla uğraşmak bir kaç zenginin elinde kalan bir lüks olurdu herhalde. :)
İndirdim TestDisk'i ve çalıştırdım. Evet o da ne aramayı yaptı ve kaybettiğimi düşündüğüm bölümleri buldu, ve hemen düzgün olduğuna inandığım MBR kaydını write (yaz - evet TestDisk bile kullanıcının inisiyatifine bırakmış yazmayı) dedim ve sonuç ortada, bölümler kurtuldu (ama sanırım birkaç mp3 dosyası bozulmuş ama tüm verileri kaybetmekten iyidir :) ) ve şu an bu postayı o kurtulmuş bölümlerin birindeki windows üzerinden atıyorum.
Özetle siz siz olun windows kurarken bölüm silmeyin, bölüm ayarlamanızı önceden yapın ve ayarı yapılmış bölümler üzerine kurulum yapın. Hatta hiç windows kurmayın. Direkt GNU/Linux takılın.
Mutlu Son:Windowsun chkdsk programı bir işe yaradı ve bozuk olan bazı mp3 dosyalarını düzeltti :)
Bilişim alanında Suçlarla İlgili Kanun Maddeleri
BİLİŞİM ALANINDA SUÇLAR
Madde 243: Bir bilişim sisteminin bütününe veya bir kısmına, hukuka aykırı olarak giren ve orada kalmaya devam eden kimseye bir yıla kadar hapis veya adli para cezası verilir.
Yukarıdaki fıkrada tanımlanan fiillerin bedeli karşılığı yararlanılabilen sistemler hakkında işlenmesi halinde,verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir.
Bu fiil nedeniyle sistemin içerdiği veriler yok olur veya değişirse, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Madde 244:Bir bilişim sisteminin işleyişini engelleyen veya bozan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Bir bilişim sistemindeki verileri bozan, yok eden, değiştiren veya erişilmez kılan, sisteme veri yerleştiren, var olan verileri başka bir yere gönderen kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Bu fiillerin bir banka veya kredi kurumuna ya da bir kamu kurum veya kuruluşuna ait bilişim sistemi üzerinde işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan fiillerin işlenmesi suretiyle kişinin kendisinin veya başkasının yararına haksız bir çıkar sağlamasının başka bir suç oluşturmaması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasına hükmolunur.
Madde 245: Başkasına ait bir banka veya kredi kartını,her ne suretle olursa olsun ele geçiren veya elinde bulunduran kimse, kart sahibinin veya kartın kendisine verilmesi gereken kişinin rızası olmaksızın bunu kullanarak veya kullandırtarak kendisine veya başkasına yarar sağlarsa, üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ve adli para cezası ile cezalandırılır.
Sahte oluşturulan veya üzerinde sahtecilik yapılan bir banka veya kredi kartını kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlayan kişi, fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, dört yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.